Sisli bir sabahtı, sonbahardı. Büyük ağaçların yükseldiği yolda yürüyordu. Sarının her tonundaki yapraklar ayaklarının altında hışır hışır sesler çıkartıyor bazen kaydırıyordu onu.Büyük bir sessizlik hakimdi doğaya. Kendi ayak seslerinin yankısı bile onu ürpertiyor, korkutuyor, arkasından biri gelip gelmediğini kontrol etme hissini yaratıyordu. Sabah evden çıkmış, nereye gideceğini bilmeden kendini burada bulmuştu. Yürüdü yürüdü. Umursamaz bir şekilde önüne bakıyor gittikçe ormanın derinliklerine doğru ilerliyordu.
“Bu ormanda kaybolmak istiyorum” dedi kendine. ” Geriye dönmemek istiyorum” “Beni bulamasınlar, börtü böceği,kurdu,tilgiyi, ayıyı ,aslanı, yılanı çiyanı, kabul eden orman beni neden etmesin ki” sığınacak bir koğuk bulsam yeter bana” dedi genç adam. O modern şehire, o ikiyüzlü , şerlilerin yaşadığı şehire asla dönmek istemiyordu. Hayatının kırk yılını onlarla yaşamıştı, o şehir ve içindekilerle baş edemiyordu. Her yıkılış içinden bir şeyler koparıyor dahada yalnızlaştırıyordu onu. Kırklı yaşların başlarında saçlarına yer yer kırlar düşmüş bir adamdı Halil. Eşi onu terk etmiş tek çocuklarını da yanlarına alıp gitmişti. Eşine kızmıyordu Halil. ” Nasıl ona kızayım ki, ne çekilmez,sarhoş adamın tekiyim, elin kızı bana çok bile katlandı, ben kendime bile katlanamazken. koskoca sekiz yıl beni çekti ne yapsın. onuda tükettim. Kızıma da iyi bir baba olamadım hiçbir vakit.Ben yaşamayı hak etmiyorum” diye düşünüyordu. İnsanlarla anlaşamıyordu. Eşini çok sevmesine rağmen onunla da yollarını ayırmışlardı işte
Karşı yönden bazı seslerin geldiğini duyunca büyükçe bir ağacın arkasına saklandı. İki yaşlı adam yavaş yavaş yürüyor , bir tarafdan da sohbet ediyorlardı. Sesleri boğuk boğuk duyuyordu. Her adım attıklarında ses ona daha yakınlaşıyorlardı. “Bu iki ihtiyarın, ne işi var bu saatte burada ” diye söylendi.Sesler şimdi daha netti. onun saklandığı ağacın karşısındaki ağacın önüne oturdu yaşlı adamlar. Ellerinde taşıdığı torbalardan bir örtü çıkardılar yere serdiler ,yiyecek içecek de vardı yanlarında. ” benim gibi bomboş gelmemişler” dedi Biraz daha geriye doğru gideyim derken bir çalıya kuvvetlice basınca “Çıtır çıtır bir ses duyuldu.
Yaşlı adamlardan biri
-“Bir çıtırdı sesi geldi duydun mu?” dedi.
-“Evet ama bu saatte bu kadar erken kim olacak, sincaptır” dedi. Gülerek “Korktun mu Bekir” diye dalga geçti.
Bekir başını önüne eğip “Ne yalan söyleyeyim korktum” dedi.
Hasan daha bir gevrek gevrek güldükten sonra ” Haklısın Bekir, korkmakta haklısın, bakma böyle güldüğüme bende korktum” dedi.
Halil hiç hareket etmeden durmaya karar verdi. Acaba avcı mıydı bu adamlar? merak ediyordu.Yanlarına gitse, selam verse, onu kabul ederler miydi? sofralarına buyur ederler miydi? yoksa ondan korkarlar mıydı? Hırsız gibi ağacın arkasına gizlenmekte ağrına gitmiyor değildi”.En iyisi yavaş yavaş aşağı gidip çılga yoldan geliyormuş gibi yapayım, buradan aniden çıkarsam karşılarına korkarlar” diye düşündü. Sine sine büyük ağaçların arkasından, yüksek çalılıkların dibinden aşağıya doğru gidip cılga yola çıktı.
Hasan ” Gelen var? dedi.
Bekir, şaşırmış arkasını dönerek gelene baktı. ” Bu saatte hayret” diye mırıldandı. İki yaşlı adamı bir huzursuzluk almıştı.Birbirlerine sezdirmemeye çalışıyorlardı. Halil elinden geldiği kadar gülümseyerek;
“Selamünaleyküm dayılar” dedi.
“Aleyküm selam, oğul” diye karşılık verdiler.
Halil;
“Bu saatte ne işiniz var ormanda dayı” dedi Bekir’e bakarak
“Senin ne işin varsa, ondan dedi” Hasan zoraki gülümseyerek
Üç adam bir kaç dakika birbirini iyice süzdü. Sessizliği Hasan bozdu
“Buyur oğul, çay iç” dedi.
Halil,”Sizleri zahmete sokmayım şimdi” diye yanıtları
Bekir,
“Ne zahmeti, gel otur yanımıza” dedi.
Halil; Beklediği daveti almış olmanın sevinciyle oturdu yanlarına…
“Hele bi anlat bakalım oğul” dedi Bekir. ” Ne iş yaparsın, nereden gelip nereye gidersin”
Omuzunu silkti Halil, bezgin bir şekilde. Sonra başını öne eğdi.
Hasan, onun bu haline üzüldü
“Demek derdin büyük” dedi.
Halil, bu soru karşısında omuzlarını daha da düşürmüştü, bakışlarını kaçırdı, sağa sola baktı.
Babası o daha çok küçükken ölmüştü. Hiç baba nedir? babalık nasıldır bilmiyordu?Oysa şimdi karşısında babası yaşındaki bu adamlar onun derdini öğrenmek istiyorlardı. İçinde derin bir sızı doğdu. Onu hiç kimse dinlememişti.O hep bağırmıştı, çağırmıştı, kavga etmişti, yine kimse dinlememişti. O kimseye kendini duyuramıyordu. İçindeki kelimeler başka, ağzından çıkanlar başka oluyordu. Hep böyleydi. Ne kadar güzel şey söylemek istese de ağzından çıkarken küfre dönüyordu. İçinde bir yerlerde milyonlarca müzik sesleri duyuyor, dışarı çıkarken büyük şehrin kaoslu seslerine dönüyordu.İçinin dolduğunu fark etti. Birisi ona bir kelime daha sorsa hüngür hüngür ağlayacaktı.Kimse ona ” derdin ne? ” diye sormamıştı. Sadece suçlamıştı. ” Hep sen söylesin, böylesin, şunu yapıyorsun, bunu yapıyorsun” demişlerdi.
“Haydi anlat” dedi Bekir sevecen bir sesle.
“Anlatacak bişey yok dayı” diye karşılık verdi Halil.
“Anlatacak şeyleri olmayanlar gecenin alaca karanlığında ormana sığınmaz haydi, anlat” dedi Hasan.
” Ben ” diye başladı söze bir süre sustu. Gözlerinden sicim gibi yaşlar akmaya başlamıştı. Sesi titriyordu. elleri titriyordu, tüm bedeni titriyordu.
Çay uzattılar ona. ” al , çay iç çay. iyi gelir. titremen geçer, ince giymişsin ormana göre” dediler. Çaydan bir yudum aldı, kendini toplamaya çalıştı
Bekir “Evlat, derdin ne?” dedi yeniden.
“Ben kötü biriyim ” dedi kısık bir sesle.
Hasan’la Bekir birbirlerine baktılar, bu açıklama ürkütmedi değil onları, ürktüler. Yaşlarının gereği çok insan görmüşler, çok yaşama şahit olmuşlardı, bu genç adamda bir kötülük olmadığını hissediyorlardı. Hasan , gülerek
“Hele bi anlat, anlat da ne kadar kötüsün, buna biz karar verelim” dedi.
Bekir “İnsanın alacası içinde olur derler, bizim oralarda” ama senin alacan dışında be oğul. derdini demeyen derman bulamaz, belki bir akıl fikir veririz, bi yardımımız neyi olur”
“Hayatım karma karışık oldu.Eşimden ayrıldım, çocuklarımdan ayrıldım, işimden ayrıldım.” deyiverdi.
“Gri alana düştün yani” dedi Bekir. Bir sessizlik oldu.
“Gri alan ne?” der gibi baktı Halil.
“Üzülme be oğul, her insanın bir iç gri alanı, birde dış gri alanı vardır.” dedi.
Hasan, “Allahaşkına Bekir , çocuğa dediğin şeye bak, şimdi bu tesellimi?”dedi. Hem bu gri alanda neyin nesi..bana hiç bahsetmemiştin
“Offf! offf! Hasan biz yıllardır gri alandan çıkamadık ki senle” deyip patlattı kahkahayı…
“Hele aç biraz dayı “dedi Halil.
“Oğul,oğul her insanın gri alanları kendine hastır. İçimizdeki gri alanı kendimizden bile saklarız. Orası bizim bizden bile saklımızdır. Görünenle görünmeyen arasında bir sır gibidir.Kendinde bilmek istemezsin gri alanda sakladıklarını. Yağmur damlasını bilir sin değil mi? İşte o yağmur damlaları gibi sağanak halindedir gri alanımız. Hep yağmur yağar orada, hep giz vardır orada, hep sakladıklarımız, görmezden geldiklerimiz vardır .Görüpte bakmak istemediklerimiz, sevipte sevmek istemediklerimiz, acıyıp da acımak istemediklerimiz vardır. Bir gün gelir gri alanda artık hiç boş yer kalmadığında tek başımıza kalmak isteriz. O kadar tıka basa doldurmuşuzdur ki bu alanı , kaçışımız başlar, nereye gideceğimizi ne yapacağımızı bilemeyiz.Böyle kendimizi ormana vururuz işte,” dedi gülerek.
Halil, yaşlı adamın dediklerini can kulağı ile dinlemişti, ” evet, dedi .” Benim de gri alanım çok dolmuş, yüzleşerek yer açmalıyım”
çayını yudumlarken.
Yorum Bulunmuyor, İlk Yorumu Siz Yapın